12 Ağustos 2007 Pazar

UYKULARIN DOĞUSU - HASAN ALİ TOPTAŞ

Hasan Ali Toptaş kelimeleri için kuluçkaya yatan bir yazar. Okurunu her bir sözcükle yeni bir anlatıya sürüklüyor. Daha kitabın ilk yirmi sayfasında “Çok uluslu bir eser” diyorum çevremdekilere. “Hangi dile çevrilirse çevrilsin mutlaka okunur.”

Semih Gümüş Uykuların Doğusu için herhangi bir sınıfa sığdırmanın yanlış olduğunu söylüyor. Haklı olmakla birlikte ben bu kitaptan Marquez tadı alıyorum. Uykular, yağmurlar Yüz Yıllık Yalnızlık’a götürüyor beni. Anlatının çok başlı koşturması ama yere sağlam basan bir sonuca varması, masalsı anlatısına rağmen kişinin yaşantısına aynasıyla yansıttığı ışık büyülü gerçekçiliğe sürüklüyor beni. Türk Edebiyatı Marquez’ini bulmuş diyorum kendi kendime. Günümüz insanın içindeki boşluğu müthiş bir ışık ile anlatıyor yazar.

Eser yazılacak bir romanın ilk hazırlıklarıyla başlıyor. Roman içerisinde yeni bir romanın yazımıyla karşı karşıya kalıyoruz. Zaman ve mekanın romanın anlatısına eşlik edeceğini, ilham denen ışığında bunları toparlayıp bir bütüne dönüştüreceğini işaret ediyor.

1.tekil ağzıyla başlayan anlatı Haydar’ın devreye girmesiyle birlikte 3.tekil’e dönüşüyor. Anlatı ilerledikçe hikaye içinden türeyen hikayeciklerin kahramanları okur anlamadan anlatıyı sırtlanıp 1.tekil’in ağzından sürdürüyor.

Romanın içerisinde kahramanların şekillenişini, montajları ve geriye dönüşleri görüyoruz. Haydar’ın her yazım sürecinin başlangıcında pencereye yaklaşması leit motif olarak süslüyor kitabı.

Yazar, anlatıcı, kahraman romanın son bölümlerinde birbiri içerisine geçiyor. Eserin sonuna doğru anlatıcı ve dayısı arasındaki konuşmalarda dilin anlatının önemli parçalarından biri olduğunu öğreniyoruz. Yazar bir taraftan eseri içerisindeki kahramanlarına can veriyor, diğer taraftan bir romanın yazım aşamalarını yeni bir roman olarak sunuyor bizlere.

Nice boşluklu romanlara diyorum sayın yazar. Bize bu tadı sunduğun için teşekkürler.

Serap YENİLMEZ
13.08.2007

Hiç yorum yok: